Deicide Röportajı
Şeytan-sever Deicide vokalisti Glen Benton, bağışlayıcı bir ruh halinde bulabilceğiniz son insanlardan biri. İşte bu sebeple de Benton’ın yakın bir geçmişte gruptan ayrılan gitaristler Eric ve Brian Hoffman’a olan kızgınlığının hatıralardaki en yakıcı ayrılıklardan birine dönüşeceği beklenirken, alevlerin arasından grubun 10 yıldan fazla süredir çıkardığı en iyi, en enerjik albüm yükseldi: “The Stench of Redemption”. Anti-christ’ın kendisi ve davulcu Steve Asheim’la yeniden doğuşlarının sebeplerini ve Deicide’a göre death metalin bugünkü konumunu konuştuk.
“Daha ne kadar uzakta bu lanet olası yer?” Glen Benton sıkılmaya başlıyor. Kapak çekimleri için Londra’nın en gözalıcı mezarlıklarından birine doğru yol alıyoruz ve vokalistin sabrı tükenmek üzere. Arkasında oturan plak şirketi basın sorumlusu eğilerek şöyle diyor: “Çocukların sana daha ne kadar gideceğinizi sorduklarında ne cevap veriyorsun onlara?” “Arkamda oturduğundan onlara ne cevap verdiğimi söyleyebilirim; ‘çeneni kapa ve otur!’” diyerek gülümsüyor Benton.
Çekimlerin ardından otel odasına döndüğümüzde Glen biraz daha rahatlamış görünüyor. Ancak yine de hafiften diken üstünde gibi – hem de davulcu Steve ile paylaştıkları koca bir torba dolusu ota rağmen! Steve ise tam tersine ortama daha rahat bir enerji yaymakta. Aslında death metalin ‘Voice of Satan’ının basın çalışanları etrafındayken tamamiyle rahat olmaması, son 20 yıldır onlarla olan inişli çıkışlı ilişki göz önüne alınınca hiç de şaşırtıcı değil. Şarkı sözlerinin getirdiği hayvan hakları tartışmaları, gerçekleştirilmemiş intihar planları, alnındaki ters haç izi ve daha sayamadığımız diğer manşet haberleriyle karşımızda basın tarafından hem göklere çıkarılmış hem de yerin dibine batırılmış bir adam durmakta. Ama şu anda reklamı yapılması gereken yeni bir Deicide albümü var Glen’in bunu yapmaktan mutluluk duyduğu açık.
“Çok güzel oldu” diyerek gülümsüyor ve arkasına kendinden gayet emin bir şekilde yaslanıp ekliyor vokalist: “Bugüne kadar yaptığımız en iyi albüm bu.” Steve katılıyor konuşmaya: “Bugüne kadar yaptığım en iyi besteler arasında yerlerini aldı bu albümdeki tüm parçalar. Albümü şimdiye kadar kim duyarsa duysun –hatta son zamanlarda artan Deicide sevmeyenler bile- daha önceki albümlerimizden çok daha iyi ve farklı buluyorlar.”
Tabi ki böyle konuşacaklar; yeni albümlerini tanıtan tüm grupların yaptığı gibi. Gerçek şu ki, belki de metal dünyası yeni bir Deicide albümü konusunda eskisi kadar heyecanlanmıyor. Elbette, Earache Records’daki ilk albümleri ‘Scars of the Crucifix’ formlarına dönüşleri gibi birşeydi, ancak Roadrunner günleri sona ererken çıkardıkları son iki hayalkırıklığı yaratan albümleri malesef hala hatıralarda ve dahası grup şimdi en ünlü iki üyesini, efsanevi Hoffman kardeşleri de kaybetmiş bulunuyor. Ama sürpriz de burada: Yeni albümleri kesinlikle en güçlü ve en önemli Deicide albümlerinden birisi! (Laf olsun diye söylemiyorum, gerçekten de öyle!) ‘The Stench of Redemption’, grubun ilk zamanlarından beri görülmeyen öfkeli bir hız, enerji ve tutku içermekte. İlginçtir ki, Hoffman’ları özlemek yerine, grup kardeşlerin gidişiyle pozitif bir enerji kazanmış gibi ve bu hem bestelerin kalitesinde, hem de performanslarınn güçlülüğünde rahatlıkla görülüyor.
“Artık hiçbirşeyi içimde saklamayacağım.” diyor Benton. “Yaratıcılığımı bastırdılar, beni boğdular. İçimizdeki yaşama sevincini kuruttular. Bunca yıl onlarla ve çocukça hareketleriyle uğraştıktan sonra, onlarla aynı ortamda olmaya bile katlanamaz duruma gelmiştim; bu yüzden de stüdyoya girdiğimizde işimi elimden geldiğince hızlı görüp çıkıyordum o ortamdan. En iyi Deicide şarkılarını Steve ve ben yaptık. Şimdi sadece bizim parçalarımızla dolu, içinde Hoffman etkileri olmayan tüm bir albüm var elimizde ve bu beni çok mutlu ediyor.”
Steve açıksözlülükle devam ediyor: “Herşey tazelendi; müzik, atmosfer, konserler, kısacası herşey. Şimdi yanımızda lead’ler için fikirlerimi alan adamlar var ve tonlarla gitar soundları tok, zengin ve sert. Gitarlar inanılmaz oldu gerçekten de. Geçenlerde birisi yeni albümde, tüm diğer albümlerimizdekinin toplamından çok lead gitar olduğunu söyledi. Bu albümde kanıtlayacağımız çok şey vardı. Kendimizi kurtarmalı, sözlerimizi yerine getirmeliydik.
Glen: “Şimdiye kadar o ikisinin çıkarı için pek çok şeyden vazgeçildi ve artık iyileşme zamanı gelmişti. Bundan önceki tüm albümlerimizde bu albüm gibi olabilirdi. Roadrunner’dan çıkardığımız son albümler çok kötü. İçlerinde çok fazla Hoffman şarkısı var çünkü ve çok aceleyle tamamlandılar. Bu bize çok zarar verdi. Bu zarardan ‘Scars of the...’ albümüyle kurtulmaya çalıştık ama zaten Hoffmanların gruptan ayrılacağını biliyorduk. Bu albüm bize yeni bir başlangıç oldu o nedenle.”
‘Taze’ ‘The Stench of Redemption’ın soundunu anlatmak için çok doğru bir sıfat. Her ne kadar eski Cannibal Corpse üyesi Jack Owen gruba alınması sürpriz olmayan bir seçim olduysa da, eski Iced Earth üyesi Ralph Santolla’nın da katılması pek de beklenen birşey değildi. Bu, Santolla’nın etkisi mi bilinmez ama, yeni albümün eskilere nazaran daha melodik olduğu ve tonlarca gitar lead’i içerdiği yadsınamaz bir gerçek.
Glen: “Steve hala besteleri yapmakta ve ben de hala sözleri yazmaktayım. Artık ne yaptığını bilen, gruba his ve içtenlik katan iki gitaristimiz var. Kalpten gelir bu tür şeyler (besteler), mekanik değildir. Eric ise hiçbir zaman lead’leri bestelememişti; Ralph ona ne çalacağını gösterirdi ve O da kopyalardı.”
Bir dakika! Eric’in lead’lerini başkaları mı yazıyordu? Bu kaç yıl böyle sürdü?
Şok edici yanıt geliyor: “94’ten beri! Eric kötü bir gitarist ve lead yazamıyor!”
Steve alıyor sözü: “Ralph’a beste yapması için bir iyilik yapardı ya da 100 dolar falan öderdi. Eric ona şarkının kaydını çalar ‘Buraya ne eklerdin?’ diye sorardı.”
Glen ve Steve’le konuşup da Hoffmanlar konusunu atlamak çok zor; çünkü varlıklarının da gidişlerinin de grubun gelişiminde büyük rol oynadığı bir gerçek. Şu herkesin beklediği soruyu sorup kurtulalım. Hoffmanlar gruptan atıldıklarını iddia ediyorlar. Herşey nasıl bu noktaya geldi?
Glen: “Albüm yayınıyla ilgili kararı açıkladık onlara; kim ne kadar beste yaptıysa o kadar ödenecek diye ve böyle olursa ayrılırız dediler, biz de ayrılın dedik.”
Steve: “Zaten o noktada grup için o kadar masraflı olmaya başlamışlardı ki artık onları grupta tutmanın bir anlamı yoktu. Hem cebimden binlerce dolar alacaklar, hem de albüm parasını paylaşmayı bekleyecekler öyle mi? Aklınızı yitirmiş olmalısınız, çünkü bu olacak birşey değil. Bu onların hoşuna gitmedi tabi. Eric bizi sadece para düşünmekle suçlardı hep ama bu tamamiyle bir yalan, çünkü onun ruhunu para bozdu. Turnelere çıkıp bileğinin hakkıyla kazanmak zorunda olduğu para umrunda değilken, posta kutusundan yapmadığı bir beste için alacağı para önemliydi onun için! Hatta bu uğurda gruptan ayrılacak kadar önemliydi!”
Peki Hoffmanların sonsuza dek gittiklerini ve iki gitaristinizi birden kaybettiğinizi anladığınızda neler hissettiniz?
“New Orleans’daki Mardi Gras Festivali’ni gördünüz mü hiç?” diye gülüyor Glen. “Aynen öyleydi. Bom! Kocaman şemsiyeli insanlar, ejderhalar, havai fişekler tam bir geçit töreni! Evet!”
Steve: “Hiç birşey kaybetmedik. Turnede ortadan kaybolarak bizi mahfetmeye çalıştılar ve biz yine de turneye çıktık. Yerlerine başkaları geldi. Daha çok beste yaptık, tekrar turneye çıktık ve öldürücü bir albüm yaptık. Herşeyin bu kadar kısa bir sürede daha iyiye gitmesi inanılmaz birşey!”
Keşke daha önceden yollarımızı ayırsaydık diyor musunuz yani?
Glen: Kesinlikle! (çevirenin notu: ingilizcesi “Hell yeah!” idi!) Steve’e yıllardır söylüyorum bunu”
Steve “97’den hatta 96’dan beri problemler vardı.” diye itirafta bulunuyor.
Glen söze devam ediyor: “Benim açımdan problemler daha da önce başlamıştı. O tür insanlara saygım yok. Ben bir babayım. Çocuklarıma bakmakla yükümlüyüm. Eric’e ise herşeyden önce çocuklarını evlatlık verdiği ve nerede olduklarını bile bilmediği için saygım yok. Sorumluluklarınızı yerine getirmediğiniz sürece benim gözümde adam değilsinizdir. Eric’e etrafındakilere davranış biçiminden dolayı da saygı duymuyorum. Sürekli kafası dumanlıymış gibi davranırdı. Bu beni çileden çıkarırdı. Brian biraz daha akıllıydı ama kardeşinden pek de geri kalır yanı yoktu; çim biçme makinasının nasıl kullanıldığını bile öğretmek zorunda kalmıştım ona! Ama herşey Eric’in steroid kullanmaya başlamasıyla yokuş aşağı gitmeye başladı.”
Steve: “Şu ilk albümdeki resmine bakın, bir de ‘Legion’daki haline. 60 pound kadar kilo aldı.”
Glen: “Steroid bağımlısı biriyle uğraşıyorsunuz. Bir eroin bağımlısından farkı yok pek bunun. Bu adamın bağımlılığıyla 89’dan beri uğraşıyoruz, düşünün. Sürekli kızgındı. Herkes ve herşey boktandı onun için. Bir bakıyorduk bebekler gibi ağlıyordu, bir bakıyorduk deliler gibi etrafa saldırıyordu. Evindeki her odanın kapısı kırık. Hala Steve’in evinin önünden geçerken ‘Kıçına tekmeyi atacağım!’ diye bağırıyor, sonra arayıp ağlayarak özür diliyor, daha sonra tekrar arayıp kıçını tekmeleyeceğinden bahsediyor yine. Adam bitmiş durumda.”
Steve iç çekiyor: “Adamlar gruptan ayrıldılar. Hem de bunu yazılı da açıkladılar. Şimdi ortaya çıkmış bizim onları gruptan attığımızı söylüyor, bize dava açmaya çalışıyorlar.”
Glen: “Eğer böyle olmasını istiyorlarsa olsun. Ama herşey çok çirkinleşebilir. Ben de onlara iftira, hakaret, para kayıpları, konserler, uçak biletleri ve bunun gibi şeyler için dava açarım. Ellerini kollarını sallayarak gruptan ayrıldılar ve yasal olarak hiçbir yerde hiçbirşey söylemeden, pat diye işini bırakamazsın.”
Steve: “En azından Brian bırakacağım dedi ve bıraktı. Eric ise turneye gelirim deyip turnede ortadan kayboldu.”
Albüme geri dönersek, özellikle açılış parçalarında sanki biraz fazla black metal riffleri var gibi. Bu bilinçli yapılmış birşey mi?
Glen: “Sadece öyle oldu. Tek bir black metal albümüne sahip değilim.”
Steve: “Belki de hızdan ve melodilerden öyle düşünüyorsunuzdur. Ben de pek black metal dinlemiyorum, sevmediğimden değil ama, o da bir metal türü. Marduk, Immortal ve Emperor gibi gruplarla sahne paylaştık geçmişte.
“Biz daha çok power metal sounduna benzetiyoruz yeni parçalarımızı.” diyerek gülüyor Glen. “Bazı riffler öyle melodik ki. Ama o da kesinlikle dinlediğimiz bir tür değil.”
Belki de albümde hakkında bir-iki şey söylenmesi gereken ilk şarkı, bu albümdeki en cesur şarkı olan ‘The Lord’s Sedition’.
Steve: “Bu tür bir şarkı denemek istediğimiz birşeydi; artık yeni bir grupla yepyeni bir başlangıçtı çünkü bu bizim için. Eski üyelerle bu şarkıyı yapamazdık sanırım. Introsundan dolayı biz bile başlarda albüme alıp almamakta kararsızdık. İnsanlar duyduklarında çok iyi tepki verdiler ama ve parça da böylece albümde yerini aldı.”
Steve’e yeni üyelerin bestelere katkılarının boyutunu soruyorum. Albümde eskilere oranla gitara çok daha fazla yer verildiğini düşünüyorum çünkü.
Steve: “Kesinlikle her parçaya damgalarını vurdular diyebilirim. Stüdyoda çocuklar ‘Bir fikrimiz varsa ortaya atabilir miyiz?’ dediler bize, biz de ‘İstediğinizi yapın; yeni birşey denemek istiyorsanız deneyin, beğenmezsek size söyleriz zaten’ dedik. Beğenmediğimiz ve çıkardığımız bir-iki şey oldu da, ama çoğunu tuttuk.”
Glen ekliyor: “Tavrımızı biliyorlar. Nasıl olması gegrektiğini. Yaptığımızın cici birşey olmadığını. İkisi de kendilerini ifade edebilen insanlar.”
Yeni grup üyelerinin müzikal açıdan kendilerini kanıtlamış insanlar olduğuna dair bir şüphe yok zaten. Ralph’ın müzik dışındaki güvenilirliği konusunda ise şüpheli bir durum görenler yok değil. Bunun sebebi de geçtiğimiz günlerde Asya’da bir yerlerde posterlerindeki alnında bir kurşun deliğiyle görülen İsa’nın ardından çıkan problemler üzerine Ralph’ın ‘hem bir katolik hem de bir Satanizm karşıtı’ olduğunu açıklaması! E tabi gelmiş geçmiş en ünlü Satanist gruplardan birine katılır katılmaz böyle birşey söylerseniz doğal olarak garip karşılanır bu.
Glen: “Ralph’ın olayı şu: Adam Hristiyan olduğunu sanıyor ama yeni albümdeki favori parçası ‘Death to Jesus’. Ben ona part-time’cı diyorum. Sanırım böyle davranmak onu hem korkutuyor, hem de hoşuna gidiyor.”
Steve “Onun bu hallerini izlemek komik.” diyerek gülüyor. “Sahnede olmaya bayılıyor, gücü hissediyor, şiddeti hissediyor ve parayı da seviyor. Ama death metal çalmak ruhunun derinliklerinde bir yerde korkutuyor da onu. Ruhu konusunda endişeli. Gruba ilk katıldığında dinden falan bahsediyorduk ve tanrıya inanmadığını söylüyordu. Ama şarkılarımızı çalmaya başlayınca (Glen burada söze girip “‘Kill the Christian’ gibi şarkılarımızı” diyerek gülüyor) tanrıya küfür (ing: blasphemy) adamı korkutmaya başladı. Konserlerde takmak için bir haç kolye bile aldı kendine. Vital Remains grubuna bir konserde yardım ettiğinde iki haç birden kullandı hatta; sanki kendisini hem Deicide’den hem de Vital Remains’den korumak istercesine! Ama ilginç, iyi bir insan. Onu öyle izlemek de komik. Eğer şu sözde Hristiyan inançlarından vazgeçirip güçle doldurabilirsek onu....” (Burada daha fazla dayanamayıp kahkahalar atmaya başlıyor!)